Thursday, March 1, 2012

96-2002 Türk Milli Takımı Jenerasyonu ve Şimdi

                   
(96-02 Turkish National Team and Now)
(Bu yazının // işaretleri arasındaki telif hakları yazarına ve bağlı bulunduğu uluslararası organizasyona aittir. Yazarından ve ya yazının yayınlandığı organizasyondan izin alınmadıkça kullanılması yasaktır ve Universal  Copyright Convention(UCC) ile Berne Convention tarafından kabul edilen cezai işlem uygulanır) 

Brezilya analizini yaptıktan sonra çoğu olumlu sözlerle olmak üzere tepkiler geldi, Türkiye Milli Takımı’nın analizi yok mu diyerekten eleştirileri koydum cebime. Tabi ki bilen biliyor fakat ben yine de tekrarlayım; hep önceliğim Türkiye’dir. Her zaman söylediğim gibi bu ülkede sporun, futbolun gerçek anlamda sevgiyle ve saygıyla karşılanacağı güne kadar görevim devam edecek. Nasıl ki yurtdışından bana Brezilya analizi için teklif geldiyse, tabi ki Türkiye analizi için de geldi ve ben Türkiye analizini çok daha fazla önemsiyorum. Ülkemin takımını yabancılara anlatmak tarifi mümkün olmayan bir şey ve ben her zamanki gibi tarafsızlığımla onlara anlattım, yazdım Türkiye’nin futbol milli takımının son durumunu.

Biraz daha iyi anlatsaydın bari be adam diyenler elbette çıkacak fakat ben de onlara şunu söyleyeceğim o vakit:

“Eğer ben olandan farklı bir şekilde daha iyi şeyler ya da daha kötü şeyler yazsam sanırım beni de diğerlerini tercih etmedikleri gibi tercih etmezlerdi ve güvenilmezler listesine koyarlardı.”

Başlayalım artık Milli Takım’ımızın analizine. Bu arada bunun da Brezilya analizi gibi sadece küçük bir kısım olduğunu hatırlatmakta fayda var.



//Türk Milli Takımı’ndaki Hiddink-Avcı değişikliğinden sonra büyük bir değişimin sinyalleri gelmişti. Sanırım Türkiye’de çok fazla kişi de Hiddink’e faturayı çıkartıp, bir kenara da çekilmişti. Alışılagelmiş bir sistemdir bu Türkiye’de; siz doğru düzgün yöneticilik yapmazsınız, transfer politikalarını keyfinize göre ayarlarsınız, kulüp bütçesini hiç düşünmezsiniz, alt yapıya yatırım yapmazsınız, fakat teknik direktörden dünya şampiyonluğu dahi beklersiniz. Guus da bu anlayışın kurbanı oldu aslında. Bu adam Güney Kore’de Rusya’da başarılı oldu mu olmadı mı? Bu adam çalıştırdığı takımlarda sihir etkisi yarattı adeta. Türkiye’de olmadıysa dönüp kendisine bir bakmalı Türkiye Futbol Federasyonu ve tüm kulüp yöneticileri.

Başta bahsettiğimiz değişim sinyalleri Slovakya maçı kadrosu açıklandığı anda tavan yapmıştı. Çünkü kadroda bir tomar yeni çocuk vardı. Bazılarının ismini Türkiye’de insanlara sorsak bir çoğu kim o derdi?  Geçmiş yılların kadrosunun gediklilerinden Emre Belözoğlu, Volkan Demirel, Servet Çetin, Hamit Altıntop, Sarıoğlu gibi isimler kadroda tercih edilmemişti.  Bunun açıklamasını Avcı yeni bir yapılanma olarak yapıyordu ve çağrılmayanları da eğer durum kötü giderse çağırırız, onlara sarılırız diye kırmadan; onlar da bu takımın parçası diye sakinleştirmeye çalışıyordu. Avcı çağrılmayanların gönlünü almaya çalışırken uzun yıllardır kaleyi koruyan
Volkan Demirel’in çoluk çocuk kadroya çağrıldı dediği öne sürülüyordu.

Olay aslında kendini büyük atfeden hiçbir ülkenin yaptığı cinsten değildi. Avcı bu ülkenin son zamanlarda yetiştirdiği en büyük değerlerden biri ve kendini alt düzeylerde kanıtlamış biri olsa da, kısa vadede Türkiye gibi bir ülkenin kaldırabileceği cinsten bir hareket değildi ve bu yaptığı ülke futbolunun içinde bulunduğu hali gösterir cinstendi aslında. Ne idi peki bu durum, çok kolay aslında cevabı. Çok büyük hedefler koyup bu hedeflere götürebilecek çalışmaları yapmamaktı. Neden bu duruma gelindi diyenler var sanırım işte cevabı:

80 li yıllarda çok farklı Milli Takım yenilgilerinin ardından 90 yıllarda bir ivme yakalanmış ve ülkenin 4 büyük takımı olan Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe ve Trabzonspor’un kadrolarında gelmiş geçmiş en iyi Türk futbolcu jenerasyonunu bulundurmalarıyla bir atılım gerçekleşmişti. 96 yılından itibaren bu atılım top noktaya ulaşmaya başlayacaktı. Burada çok enteresan bir bilgiyi de vermek istiyorum, ülkenin kulüp bazlı olarak en büyük başarısını kazanıp UEFA Cup’u ve Super Cup’u kazanan Galatasaray’ın o tarihi başarısı da aynı yıl başlamıştır. 4 büyük takımdaki oyuncuların iyi performanslarıyla İngiltere’deki Euro 96 Finalleri’ne gidilmişti. Oradaki 3 maçta 0 puan toplayıp hiç gol atamayan Türkiye 5 gol yemişti. O zamanki kadroda bulunan 7 oyuncu 2002 Dünya kupasında 3.lüğe de ulaşacaktı.(Rüştü Reçber, Bülent Korkmaz, Abdullah Ercan, Tugay Kerimoğlu, Hakan Şükür, Arif Erdem, Alpay Özalan) 4 tanesi de ilk 11 oyuncusu olarak bu onura erişecekti. 96’dan sonra Euro 2000 finallerine de giden Türk Milli Takımı bu sefer daha iyi bir başarı gösterip İtalya, ev sahbi Belçika ve İsveç’in olduğu gruptan 4 puanla lider İtalya’nın ardından bir üst tura çıkmış ve turnuvalardaki belalısı Portekiz’le karşılaşıp boyun eğmişti. Aynı yıl Galatasaray da UEFA Cup’u kazanarak inanılmaz bir başarıya imza atmıştı Türkiye adına ve her şey mükemmel bir nizamda ve ihtişamla gidiyordu. Euro 96, 2000 UEFA Cup kazanılması, Euro 2000 ve artık sırada FIFA World Cup 2002 Korea Japan vardı. 90’larda başlayan o altın jenerasyon Galatasaray’ın kadrosundaki üst düzey Türk oyuncularla yenilenince artık Milli Takımlar düzeyinde büyük bir başarı geliyorum diyordu ki nitekim öyle oldu ve o çocuklar 2002 Dünya Kupası’nda 3. olup dünyaya adlarını duyurdular. Ve bu da YUKARIDA BAHSETTİĞİMİZ BÜYÜK HEDEFLER KOYMAYA İTTİ  TÜRKİYE’Yİ.

Fakat artık düşüş zamanıydı. Galatasaray ile yükselen Türk Milli Takımı Galatasaray’la birlikte de aşağıya doğru gelmeye başladı ve 2004, 2006 turnuvaları kaçırıldı. 2008’de Avrupa Futbol Şampiyonası’nda Sinyor Terim ile mucizevi bir 3. lük alan Turco’lar tekrar düşüş zamanı dediler ve bugüne geldiler.
Şimdi hedefleri 90’lı yıllarda olduğu gibi alt yapıya yöneltme ve 2. Bir Golden Generation (Altın Jenerasyon) zamanı. Fakat bunu direkt olarak yapmak kadar tehlikeli ve gereksiz bir hamle olamaz. Çünkü başarıların hepsini analiz edin göreceksiniz ki sakin, akıllı ve zamana yayılmış hamleler değişimler hem Türk Milli Takımı’nda hem de diğer ülkelerde sonuç vermiştir.  Kesinlikle geçmişteki 96-2002 arası başarısı Türk Takımı’nı ilk başta çok büyük hedeflere yöneltmemeli ki yöneltince 2010 ve 2012’de sonuçları gördük. Hiddink ile de değişim için yola çıkılmış ve sonuç hüsrandı. Şimdi Avcı ile de aynı düşünce güdülüyor. Aman diyelim, toptan değişiklikler bir 4 yıllık daha kayıp demektir. Bir kulüp takımı olmadığını ve hep bir arada olamadığını unutmayalım Milli Takımların ve çok ani  değişikliklerin büyük yıkımları olmaktadır.


Sona gelirken küçük önerilerimizi de yapalım son Slovakya maçını göz önünde bulundurarak.  Orta sahadaki boşluğu herkes çok net bir şekilde görmüştür. Selçuk İnan’ın orası için altın değerinde olduğunu unutmaytalım. Hücumda Burak Yılmaz’ın kesinlikle alternatifi şu anda yoktur. Kanatlarda alternatifleri üretmek zorunda Türk Takımı, hem defansif hem de hücumsal olarak. Ayrıca kaleci konusunda da Volkan Demirel her zaman opsiyonlar içinde olmalı. Gökhan Gönül’de çok fazla bir düşüş var ve alternatif üretilmesi gerekiyor. Defansın ortasındaki ikili Semih Kaya ve Ömer Toprak önlerindeki Mehmet Topal (Turkish Spider) ile birlikte takımın en iyi yeri gibi gözüküyor. Arda Turan’ın Milli Takım için önemi herkesçe bilinir ve onun da bilmesi gerekmektedir. Kadroda olmayan Hamit Altıntop’un bu takımda kesinlikle ilk 11 oynayacak kalitede olduğunu hatırlatalım ve çok acil bir şekilde oynayabileceği bir takıma gitmesi gerektiğini söyleyelim.

 Türkiye Futbol Milli Takımı için yaptığımız analizin sonuna geldik fakat yaptığımız analizden ortaya çıkan en ilginç veriyi vererek sizleri de biraz düşünmeye itmek istiyorum:
Son 16 yılda Türk Milli Takımı’nın başarısı Galatasaray’ın başarısına birebir doğru orantılı olarak gerçekleşmiştir.//


MUSTAFA BAYRAK ( ULUSLARARASI FUTBOL ANALİSTİ VE YAZARI) 

No comments:

Post a Comment

Note: Only a member of this blog may post a comment.